KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN HAN

Osmanlı Devletinin onuncu sultânı ve İslâm halîfelerinin yetmiş beşincisi. Babası Yavuz Sultan Selim Han, annesi Âişe Hafsa Sultan olup, 27 Nisan 1495’te Trabzon’da doğdu. Adı Neml sûresi otuzuncu âyet-i kerîmesinde geçen “Hazret-i Süleymân”ın isminden alındı. Kânûnî lâkabıyla meşhur oldu.

 Avrupalılar Büyük Türk ve Muhteşem Süleyman lâkaplarını verdiler. On beş yaşına kadar Trabzon’da kalarak, Yavuz Selim’in vazîfelendirdiği devrin âlimlerinden ders aldı. 6 Ağustos 1509’da dedesi İkinci Bâyezîd Han (1481-1512) tarafından Kırım Yarımadasındaki Kefe Sancağı Beyliğine gönderildi. Yavuz Sultan Selim Han, 1512’de Osmanlı tahtına geçince Kırım’dan İstanbul’a çağrıldı. 1513’te Saruhan (Manisa) Sancak Beyliği verildi. Yavuz Sultan Selim Hanın 1514 İran ve 1516 Mısır seferlerinde Rumeli’nin muhâfazasıyla vazîfelendirilerek, Edirne’de oturdu.

 Yavuz Sultan Selim Hanın vefâtında, Manisa’da bulunan Şehzâde Süleyman, Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa vâsıtasıyla İstanbul’a dâvet edilip, 30 Eylül 1520’de tahta çıkarak, onuncu Osmanlı Sultanı ve yetmiş beşinci İslâm Halîfesi oldu. Pîrî Mehmed Paşayı vezîriâzamlık makâmında bırakarak, Dîvân-ı Hümâyûna ilk defâ dördüncü bir vezir olarak Kâsım Paşayı tâyin etti. Memleketin iç işlerini düzeltip, Osmanlı ülkesinde huzur ve sükûn temin ettikten sonra, Avrupa seferlerine başladı. Avrupa Seferleri Belgrat Seferi: Yavuz Sultan Selim Han (1512-1520) devrinde Osmanlı Devleti doğu siyâsetini tâkib ederek, hudutlarını emniyete almıştı. Bu sebeple Sultan Süleyman Han, doğudan emin olarak ilk seferlerini Avrupa üzerine yaptı. Macar Kralı II. Layoş’un, Kutsal Roma Cermen İmparatoru Şarlken’e güvenerek, Osmanlı elçisine düşmanca davranması üzerine, Orta Avrupa’nın kilidi sayılan ve önceki devirlerde üç defâ kuşatılıp alınamayan, Belgrat üzerine sefere çıktı. 18 Mayıs 1521’de İstanbul’dan hareket eden Kânûnî Sultan Süleymân Han, 29 Ağustosa kadar şehrin çevresindeki kaleleri fethettirdi. 29 Ağustos 1521’de Belgrat Kalesi de teslim alınarak, 30 ağustos Cumâ günü, şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilip, Cumâ namazı kılındı. Belgrat’ın îmârı için hazîneden büyük yardımlar yapıldı.

Mohaç Seferi: Macar Kralı II. Layoş’un; Şarlken ile akrabâlık kurup, Osmanlı Devletine karşı İran Safevî Devleti ve Sultan Süleyman Hanın hâkimiyetindeki Eflâk ve Boğdan beylikleriyle ittifak kurması, Papalığın Haçlı rûhu ile Hıristiyanları kışkırtması ve esir Fransız Kralı için annesinin, Osmanlı Sultânından yardım istemesi üzerine bu sefer tertib edildi. 23 Nisan 1526’da İstanbul’dan hareket eden Kânûnî, 29 Ağustos 1526’da Macaristan ve Haçlı ordusunu Mohaç Meydan Muhârebesinde büyük bir mağlûbiyete uğratarak, zafer kazandı (Bkz. Mohaç Meydan Muhârebesi). Macaristan Krallığının başşehri Budin (Budapeşte) dâhil Macaristan, Erdel (Transilvanya) Türklerin hâkimiyetine geçti.

Avusturya Seferi: Mohaç, Meydan Muhârebesinden sonra, Macaristan’da askerî harekât bitti. Fakat siyâsî faaliyetler başladı. Osmanlı pâdişâhının, Budin muhâfazasına ahâlinin de arzusuyla tâyin ettiği, Erdel Voyvodası Zapolya’ya karşı, Viyana Arşidükü Ferdinand, Macar kralı olmak için harekete geçti. Ferdinand 1527’de Macaristan’a girip Zapolya’yı mağlûb ederek, Budin’i işgâl etti. Macaristan’daki hudut hâdiseleri ve Zapolya’ya yardımda bulunmak üzere Sultan Süleyman Han, 10 Mayıs 1529’da Avusturya Seferine çıktı. Ferdinand’ın işgâlindeki Budin 8 Eylül 1529’da teslim alındı. Zapolya 14 Eylülde Osmanlıya sâdık kalmak şartıyla Kral Yanoş ünvânıyla Macar tahtına geçirildi. Osmanlı Ordusu 22 Eylülde Avusturya’ya girdi ve 25 Eylülde Viyana önlerine geldi. Viyana’nın teslimini isteyen Sultan Süleyman Han, teklifin kabul edilmemesi üzerine; 27 Eylül 1529’da şehri kuşattı. (Bkz. Viyana Kuşatmaları)

1529 Avusturya Seferinde Türk akıncıları Osmanlı Târihinin en büyük akın hareketini yaptılar. Avusturya, Güney Almanya toprakları Türk akıncılarınca çiğnenerek, bütün Avrupa Osmanlıların azametini, şâşâsını gördü. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken korktuğundan, meydan muhârebesi için ortaya çıkamadı. Mevsim ve şartların elverişsiz olması üzerine Osmanlı pâdişâhı, ordusuyla 16 Ekim 1529’da Viyana’dan Budin’e hareket etti. 1530’da Arşidük Ferdinand’ın elçi heyeti İstanbul’da sultanla görüştü. İsteklerinde samîmî olmayan Ferdinand, sulh görüşmeleri yapılırken tekrar Budin’i kuşattırdı. Şehir, Türk kuvvetleri ve Macarlar tarafından müdâfaa edilerek, kuşatma kaldırttırıldı.

Alman Seferi: Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken’in ve kardeşi Avusturya ve Bohemya KralıFerdinand’ın Macaristan’ın içişlerine karışması üzerine Kral Yanoş, Sultan Süleyman Handan yardım istedi. Pâdişah, 25 Nisan 1532’de Alman seferine çıkıp, yüz yirmi bin mevcutlu ordusuyla Avusturya’yı zaptetti. Şarlken 250.000 kişiden fazla Hıristiyan ordusuyla Osmanlıların karşısına çıkmaya cesâret edemedi. Osmanlı Sultanının Alman Seferi de, düşman ülkesinin ezilmesi ve Avusturyalılardan birçok kaleyi almasıyla netîcelendi. Sultan Süleyman Hanın, Alman Seferi münâsebetiyle Orta Avrupa’da bulunmasından korkup, meydan muhârebesinden kaçan Şarlken, 22 Haziran 1533 târihli İstanbu lAntlaşmasıyla Osmanlı Devletinin ve Sultânın üstünlüğünü kabûl etti. İstanbul Antlaşmasına göre:
1) Kral Ferdinand, Sultan Süleyman Hanı baba ve metbû (kendisine tâbi olunan, uyulan) bilecek ve ancak “kardeş” diye hitâp ettiği vezîriâzamla eşit sayılacaktır.
2) Kral Ferdinand, Osmanlı ülkesine tecâvüz etmeyecek ve Sultan da Avusturya ülkesiyle ahâlisini kendi tebaası bilecektir.
3) Kral Ferdinand, Macaristan üzerindeki verâset iddialarından vazgeçecek; Macaristan’ın batısı ve kuzey batısındaki arâzisinin hâkimi olacaktır.
4) Macar Kralı Yanoş ile Kral Ferdinand arasında, Osmanlıların uygun göreceği hudut geçerli olacaktır. 5) Eski Kraliçe ve Ferdinand’ın kızkardeşi Maria’nın kocasından mîras kalan mâlikhâne, geçimi için ihsân edilecektir.
6) Bu antlaşma geçici değil, devamlıdır. Avrupa’da, Fransa’dan başka Avusturya’nın da Osmanlı Sultanının himâyesini kabul etmesiyle Şarlken’in “Avrupa İmparatorluğu” kurma projesi gerçekleşemedi. Türklerin tâkib ettiği cihânşümûl dünyâ hâkimiyeti siyâseti gereğince, Kânûnî Sultan Süleyman Han ve Osmanlı Devleti, Avrupa’da tek başına söz sâhibi oldu.

Boğdan Seferi: Osmanlı Devletinin düşmanlarıyla işbirliği yapan Boğdan Voyvodalığının bâzı hareketleri üzerine sefere karar verildi. 8 Temmuz 1538’ de İstanbul’dan hareket eden pâdişahın, Avrupa içlerine ilerlerken düşman ülkesinde bile ahâlinin canına, ırzına, malına, mülküne ve hattâ tarlasındaki ekili mahsûlüne zarar verdirtmeden hareketi güzel bir adâlet örneği oluyordu. Mîmar Sinan bu seferde, kenarı bataklık bir arâziye sâhip, Prut Nehri üzerine büyük ve sağlam bir köprü yaparak Osmanlı ordusunun yoluna devâm etmesini temin etti. 15 Eylül 1538’ de Boğdan Voyvodalığının merkezi Suçava’ya girildi. Ahâli İslâm dîninin adâletini temsil eden ve Avrupa’ya medeniyet götüren Osmanlıyı istediğinden, Voyvoda kaçmak mecbûriyetinde kaldı. Boğdan meselesini halleden Sultan Süleyman Han, büyük ganîmetlerle 27 Kasım’da İstanbul’a döndü.

Budin Seferi: Osmanlı Devletine tâbi Macaristan Kralı Yanoş ölünce, Kral Ferdinand fırsattan istifâdeyle Budin’e büyük bir Avusturya-Alman ordusu sevk etti. Macar Kraliçesi İsabelle, Sultan Süleyman Handan ve ordusundan yardım istedi. 20 Haziran 1541’de İstanbul’dan hareket eden pâdişahın yaklaşmakta olduğunu haber alan düşman, Tuna Nehrini geçmeye çalışırken, Osmanlı ordusunun mâhirâne hareketiyle 21/22 Ağustos gecesi imhâ edildi. İstabur Zaferiyle Budin ve Macaristan, antlaşmaya sâdık kalmayan Avusturya-Alman Kralı Ferdinand’ın istilâsından kurtarıldı. Macaristan Osmanlı Devletine katılarak, 30 Ağustos 1541’de Budin Beylerbeyliği ve idâre teşkilâtı kuruldu. Kral Yanoş’un ve Kraliçe İsabelle’nin bir yaşındaki oğlu Sigusmund Yanoş, Erdel Banlığına tâyin edildi. Budin’in en büyük kilisesi câmiye çevrilip, “Fethiye” adı verildi. Kânûnî bu câmide, Ebüssü’ûd Efendinin imâmetinde 2 Eylül 1541’de ilk Cumâ namazını kıldı. Budin’de adâleti tesis ettirdi. Defâlarca verdiği sözü tutmayarak, tekrar riyâkârca Macar Krallığına tâlib olduğunu iddiâ eden Kral Ferdinand’ın isteği Osmanlı Devletince reddedildi. Kral Ferdinand, 1542 yazında, yıllık haraç karşılığında Macar Krallığının kendisine verilmesini tekrar teklif ettiyse de bu teklif dikkate alınmadı. Ferdinand, Budin’in bir Türk eyâleti olmasından ürkerek, telâşa kapıldı. Avrupa’da Türk-İslâm tehlikesinden bahsederek, propagandaya başladı. Avusturya, Alman ve diğer Avrupa milletlerinden 100.000 mevcutlu büyük bir Hıristiyan ordusu topladı. Peşte Kalesini kuşatan müttefik Avrupa ordusuna karşı, Budin Beylerbeyi Yahyâ Paşazâde Bâli Bey, sekiz bin askerle müdâfaada bulundu. 17 kasım 1542’de Osmanlı ordusunun başında istanbul’dan hareket eden Sultan Süleyman Han, henüz yoldayken, 24 Kasım’da düşmana karşı gece taarruzuyla Peşte Zaferi kazanıldı. Müttefik Avrupa orduları perişan bir hâlde kaçarken imhâ edildi. Düşmanlardan pekçok esir ve ganîmet alındı. Zafer haberi pâdişâha ulaşınca Edirne’de kaldı.

Avusturya Seferi: Estergon Seferi de denilen bu sefere, Osmanlı eyâleti hâline gelen Budin’in emniyet ve teşkilâtını pekiştirmek için çıkıldı. Pâdişahın emriyle Budin Kalesine İslâm ahâli iskân edilip, dînî müesseselerin yapımına başlandı. Âlimler tâyin edilerek Avrupa’ya İslâm dîninin daha da yayılarak, yerleşmesi için faaliyetler genişletildi. 23 Nisan 1543’te İstanbul’dan hareket eden Kânûnî yol boyunca alınması lüzumlu mevkileri fethettirerek 29 Temmuz 1543’te Tuna Nehri sâhilinde ve Budin yakınlarındaki başpiskoposluk merkezi Estergon önüne vararak şehri kuşattı. Estergon Kalesindeki Alman, İtalyan ve İspanyol muhâfız askerleri teslim teklifini kabul etmeyince, devrin en büyük ve tesirli ateşli silâhlarına sâhip Osmanlı ordusu, 315 topla kaleyi döğmeye başladı. Kânûnî’nin en muhteşem seferlerinden biri olan Estergon Seferine gâyet plânlı ve tedârikli çıkılmıştı. Anadolu ve Rumeli orduları pâdişahın maiyetinde, çeşitli sınıfların aldığı sefer tertibi, mühimmâtı ve erzağı mükemmeldi. Estergon, Osmanlı kuşatmasına on iki gün mukâvemet edebildi. 10 Ağustosta müdâfilerin çekilip, gitmesine müsâade edildi. Şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilerek Kânûnî Sultan Süleyman Han, Cumâ namazını burada kıldı. Osmanlı fütühâtı, Avrupa’da devâm ederek eski Macar krallarının taht merkezi İstolni-Belgrat 20 Ağustosta kuşatıldı. 4 Eylülde fethedilen İstolni-Belgrat’ta büyük kilise câmiye çevrildi. Mevsim ilerlediğinden Pâdişah, 7 Eylülde İstanbul’a hareket etti. Avrupa’daki fetihler durmayıp, Budin Beylerbeyi Avusturya kalelerine karşı harekâtı devâm ettirdi. On altıncı yüzyılın ortalarında Avrupa’da Osmanlı askerî kuvvetlerinin bu muhteşem başarıları yanında Akdeniz’de ve Atlas Okyanusunda hepsi birer denizkurdu olan Türk leventleri de Osmanlı bayrağını şan ve şerefle dalgalandırıyorlardı. Bu kara ve deniz harekâtlarından Fransa da menfaatleniyordu. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru ünvânı taşımak arzusuyla Avrupa siyâsetinde hâkim rol oynamak isteyen Şarlken’in elinde esir olan Fransa Kralı I. Fransuva, annesi vâsıtasıyla Kânûnî’den yardım talep ediyordu. Fransızlara yardım eden Osmanlılardan korkan Şarlken, Kanûnî’yle antlaşmak için elçilik heyeti gönderdi. Osmanlı devlet adamları tarafından kabul edilen Şarlken ve kardeşi Ferdinand’ın elçilik heyetleri ile uzun süren müzâkereler oldu. 13 Haziran 1547 Antlaşması’na göre, Almanya ve Avusturya Osmanlılara yıllık otuz bin Duka haraç vermeyi kabul ettiler. İmparator ünvânını kullanmamayı kabul eden Şarlken İstanbul Antlaşması’nı 1 Ağustos’da imzâlayınca Osmanlı pâdişâhı da bu antlaşmayı 8 Ekim 1547’de tasdik etti.

Zigetvar Seferi: Osmanlı ordusunun İran seferlerinde, Safevî Devleti ile Papalık ve Hıristiyan devletler bir olup aralarında anlaşarak Avusturya ve Macaristan’da çeşitli hâdiseler çıkartıyorlardı. 1562 Osmanlı-Avusturya Antlaşması’nda kabul ettikleri vergiyi ödemedikleri gibi yeni Kral II. Maksimilyan’ın olumsuz tutumu ve Zigatvar Kalesindeki düşman kuvvetlerin ahâliyi tâciz etmeleri üzerine, Osmanlı ordusu başlarında Sultan olduğu hâlde 1 Mart 1566’ da İstanbul’dan hareket etti. Sultan Süleyman Han, on üçüncü olarak çıktığı bu seferinde yetmiş üç yaşındaydı. Hayâtı, seferden sefere koşarak insanlığı, Hakka kavuşturacak yola dâvetle geçmişti. Bir takım hastalıklarla durumu iyi olmayan, ayaklarında nikris hastalığı bulunan Pâdişah, zulmün önüne geçmek, ahâlinin huzur ve güveni için, hasta hâliyle Osmanlı târihinin en muhteşem askerî harekâtı kabul edilen sefere bâzan araba, bâzı yerde tahtırevân ile gidiyor ve yerleşim merkezlerine girileceği zaman, ata binerek en mûteber psikolojik metodları tatbik ederek ilerliyordu. 1566 Ağustos başında kuşatılan Zigetvar Kalesini, Zerniski Makloş müdâfaa etmekteydi. Günlerce süren kuşatmada birçok defâ umûmî hücumlar yapıldı. Zigetvar Kuşatmasından iyice bunalan Kont Zerniski, Eylül başındaki huruc harekâtında öldürülünce 7 Eylülde kale fethedildi. Kânûnî 6-7 Eylül gecesi vefât ettiyse de, askerin moralinde bozukluk meydana gelmemesi için, ordudan gizli tutuldu. Bu sefer ile Zigetvar’dan başka; Güle, Lügos ve diğer bâzı kaleler de fethedildi.

Doğu Seferleri Kânûnî, batıda Hıristiyan Avrupa devletleri ile mücâdele ederken, İran’daki Şiî Safevî Devleti de, Mukaddes Roma-Cermen Devletiyle Osmanlılara karşı ittifak kurup, Doğu Anadolu’da hududa tecâvüz ettikleri gibi, Sünnî ahâliye de zulmediyorlardı. Safevîlerin ajanları Osmanlı ülkesinde faaliyet gösterip, Celâliler vâsıtasıyla iç isyânlar çıkarmak istiyorlardı. Şâh Tahmasb’ın bu düşmanca davranışları yüzünden Sultan Süleyman Han, harekete geçti. 27 Ekim 1533’te Vezir-i âzam Makbul İbrâhim Paşayı İstanbul’dan doğuya gönderen Sultan’ın kendisi de, baharda sefere çıktı.

Irakeyn Seferi: 11 Haziran 1534’te İstanbul’dan hareket eden Kânûnî Sultan Süleyman Han, 20 Temmuzda Konya’ya geldi. Konya’da Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin türbesini ziyâret edip, Kayseri-Sivas-Erzincan yoluyla 27 Eylülde Tebriz’e girdi. Safevîlerin zulmünden bunalan şehir halkı, Kânûnî’yi ve Osmanlı ordusunu sevinçle bir kurtarıcı olarak karşıladılar. Yavuz Sultan Selim Hana karşı 1514 Çaldıran mağlûbiyetinin hâlâ tesirinde olan Safevîler, devamlı Osmanlılardan kaçıp, meydan muhârebesi için ortaya çıkamıyorlardı. Osmanlı kuvvetlerinin bölgeye gelmesinden memnun olan ahâli, âlimler, kale ve şehir hâkimleri pâdişâha bağlılıklarını arz ettiler. Hazret-i Ali ve Hüseyin’in makamlarının bulunduğu Kerbelâ ve Hanefî mezhebinin kurucusu İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin kabrinin bulunduğu Bağdat Vâlisi Zülfikâr Han ve büyük İslâm âlimi ve Veliy-yi kâmil Abdülkâdir-i Geylânî’nin memleketi Geylân Hâkimi Mâlik Muzaffer, Sultan Süleyman Hana bağlılıklarını bildirdiler. 24 Kasım 1534’te Bağdat’a giren Osmanlı ordusunun ardından, Azamiyye’de İmâm-ı A’zam’ın kabrini ziyâret edip, büyük bir türbe yapılmasını emrettikten sonra, Kânûnî Sultan Süleyman Han, 30 Kasımda şehre girdi. Bağdât’ta ahâlinin, âlimlerin, kumandanların ve devlet adamlarının bulunduğu bir sırada şükür ifâdesi olan dînî merâsim yapılarak, ihsânlarda bulunuldu. 1534-1535 kışını Bağdât’ta geçiren Sultan, burada Osmanlı devlet teşkilâtını tesis ettirdi. Bağdat’ın mübârek beldelerini, Kerbelâ’da hazret-i Ali ve Hüseyin’in makamlarını ziyâret etti. Geylân’da Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imâret, İmâm-ı A’zam’ın kabrine türbe yaptırdı. Safevî tehlikesini kesin olarak bertaraf etmek isteyen Kânûnî, Şah Tahmasb’ın Van istikâmetinde olduğu haberi üzerine, harekete geçti. 1 Temmuz 1535’te Tebriz’e gelen Osmanlı Sultânı, devamlı kaçan Şah Tahmasb Safevî’yi tâkib için İran içerisine girildiyse de karşı çıkan olmadı. Avrupa devletlerinde ve Safevîlerden elçi heyetlerini kabul eden, Sultan Süleymân Han, dönüşünde de Mevlânâ Muhammed Şems-i Tebrizî’nin makâmı dâhil mübârek beldeleri ziyâret ederek Tebriz-Diyarbekir-Antakya-Adana-Konya yoluyla 8 Ocak 1536’da İstanbul’a geldi. Irak-ı Arab ve Irak-ı Acem fethedildiği için “İki Irak seferi” mânâsında Irakeyn Seferi adı verilen bu hareketin netîcesinde, bölgedeki Şiî Safevî hâkimiyeti sona erdirilip, Bağdat dâhil Basra, Osmanlı ülkesine katıldı.

Tebriz Seferi: Osmanlı Devletinin batı cephesindeki muhârebeler ile meşgûliyetini fırsat bilen, Irakeyn Seferinde Sultan Süleyman Handan devamlı kaçan Şah Tahmasb ve Safevî ordusu, Doğu Anadolu’da tecâvüzkârâne hareket ederek, Anadolu’da Şiîlik propagandası yaptırıyorlardı. Şah Tahmasb’ın, hudutdaki bâzı Osmanlı kale ve mevkılerini ele geçirmesi, Safevîlere, isyân eden, Şah İsmâil’in oğlu Şirvan VâlisiElkasMirzâ’nın Sultan Süleyman Handan yardım istemek gâyesiyle İstanbul’a gelmesi ve Şiî propagandasına karşı âlimler ile Osmanlı umûm-i efkârının (halkının) tepkisi üzerine sefere çıkıldı. 29 Mart 1548’de İstanbul’dan hareket eden Sultan, Konya-Kayseri-Sivas yoluyla 28 Temmuz 1548’de Tebriz’e gelinceye kadar, DoğuAnadolu’da fütûhâta devâm edildi. Osmanlı ordusundan devamlı kaçanSafevîlerden 25 Ağustosta Van tslim alındı. Van ve Diyarbekir’den Haleb’e gelen Pâdişah, 1548-1549 kışını burada geçirdi. Kânûnî Halep’teyken Osmanlı fütühâtı devâm edip, Doğu Anadolu’da Safevî propagandasına aldanarak âsi olanlar yola getirildi. Gürcistan Seferine çıkılarak; Berakân, Gömge, Penak, Germek, Samagar, Ahadır kaleleri ve mevkileri fethedildi. 6 Haziran 1549’da Halep’ten hareket eden Sultan, 21 Aralıkta İstanbul’a döndü.

Nahcivan Seferi: Osmanlı ordusunun Macaristan’da, Sultan Süleyman Hanın Edirne’de bulunmasından istifâde eden Safevîler ve Şâh Tahmasb, Doğu Anadolu’ya saldırdı. Van civârında Osmanlı ülkesi ve ahâlisine karşı düşmanca davranıp, zulmettiren Şâh Tahmasb, Adilcevaz, Ahlât kalelerini Hıristiyanların da teşvikleriyle tahrib ettirip Erciş Kalesini de kuşattırmıştı. Osmanlıların içişlerine karışarak, devlet adamlarına türlü iftirâ kampanyası başlatılınca, Sultan Süleyman Han, İran Seferine karar verdi. 28 Ağustos 1553’te İstanbul’dan hareket eden Pâdişâh, Konya yoluyla Haleb’e gitti. 8 Kasımda Haleb’e gelen Sultan, 1553-1554 kışını burada geçirdi. 15 Mayıs 1554’te Diyarbekir’de toplanan Harp Dîvânı’nda Osmanlı devlet adamları ve kumandanları Sultan Süleyman Handan İslâma hizmet beklediklerini arz edip, emirlerinde Hind’e ve Sind’e dahi gidebileceklerini ifâde ettiler. 20 Mayıs’ta Diyarbekir’den Nahcivan ve Revan üzerine sefer niyetiyle hareket edildi. 5 Temmuzda Şah Tahmasb’a, Kars önlerinde harp dâveti çıkarıldı. Ancak Osmanlının yokluğunda Doğu Anadolu’yu kana bulayıp, Müslümanlara her türlü insanlık dışı fiilleri işleyen İran Safevîleri, muhârebe meydanında görünmeyince, İran’a tâbi Şüregil, Şaraphâne, Nilfirâk alınıp, 18 Temmuzda Revan’a girilip, Arpaçay, Karabağ’dan sonra pâdişah 30 Temmuz 1554’te Nahcivan’a geldi. Osmanlı ordusuna büyük ganîmetler düşen bu seferde, Kerkük de fetholundu. Doğu’da Osmanlı hâkimiyeti kesinleşince, 28 Eylül 1554’te Erzurum’dan hareket eden Sultan, 1554-1555 kışını geçirmek için 30 Ekimde Amasya’ya geldi. Şâh Tahmasb’ın sulh isteği üzerine 29 Mayıs 1555’te Osmanlı-Safevî Antlaşması imzâlandı. 1555 Antlaşmasına göre: Toprak bakımından Ardahan, Göle, Arpaçay ve çevresi Osmanlılara verildi; inanç bakımından Şiî İranlıların hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman, Âişe dâhil sahâbîlere küfür ve iftira etmemeleri ile mukaddes makamlara hürmet göstermeleri için ahd alındı. Kânûnî Sultan Süleyman Hanın doğu seferleri netîcesinde, Safevîlerin almış oldukları Doğu Anadolu toprakları bugünkü şekliyle Türkiye’ye dâhil edildi. Batıİran ve Gürcistan ile Irak fethedildi.

Deniz Seferleri Kânûnî tahta geçtiğinde Karadeniz, Marmara ve Ege denizleri Türk gölüydü. Böyle olmasına rağmen, Akdeniz bütünüyle Osmanlı hâkimiyetinde değildi. Batı Anadolu sâhillerine çok yakın Rodos Adası, coğrafî, stratejik mevkii, korsanlık ve Osmanlı düşmanlarıyla müttefik olarak hareket etmesi, devletin hâkimiyeti ile Akdeniz’in emniyeti için tehlike gösterdiğinden sefere karar verildi. Rodos Adası, Haçlı şövalyelerinin idâresinde olup, korsan yatağıydı. Rodos şövalye idâresi; Osmanlı Devletine karşı Papalık başta olmak üzere, Hıristiyan devletler ve âsilerle devamlı münâsebette bulunup, Osmanlı deniz ticâretiyle, Müslümanların hacca gitmelerini engelliyorlardı. Ayrıca Anadolu sâhillerine baskın düzenlemek sûretiyle, ahâliyi tâciz ettikleri gibi, Kânûnî Sultan Süleyman Hanın tahta geçişinde, küstahca hareketlerde bulunmuşlardı. Bütün bu sebepler üzerine 700 gemiden meydana gelen Osmanlı donanması, önce İkinci Vezir Çoban Mustafa Paşa kumandasında Rodos’a gönderildi. 16 Haziran 1522 târihinde pâdişâh, İstanbul’dan Kapıkulu ve Tımarlı sipâhileriyle karadan yola çıktı. 28 Temmuzda Marmaris’ten Rodos’a geçen Sultan, kalenin teslimini şövalyelerden istedi. Antlaşma ile Rodos’un teslimi kabûl edilmeyince 29 Temmuzda muhârebe başladı. Yeniçağın en sağlam (müstahkem) kalesine sâhip Rodos’un, devrin bütün teknik ve ateşli silâhlarını elinde bulunduran Osmanlı ordusu karşısında, Avrupalılar’dan çok yardım almasına rağmen, fazla dayanamayacağı meydandaydı. Rodos başşövalyesi Viye dö Lil Adam, Fâtih Sultan Mehmed Hanın oğlu Cem Sultan meselesi ve oğlunu ileri sürerek yine küstahlık gösterdiyse de Sultan Süleyman Han, tâviz vermeyerek, kalenin teslimini istedi. Osmanlı topçu ve lağımcısının çalışmalarıyla Rodos’un bütün istihkamları, Türklerin eline geçince, başşövalye antlaşma ile adayı Osmanlılara teslim etti. Aralık 1522 sonunda bütünüyle Türk hâkimiyetine dâhil edilen Rodos adasındaki üç bin kadar Müslüman esir kurtarıldı. Korsanlar adayı terk edince, Kânûnî Sultan Süleymân Han Ada’nın imârını emretti. Papalığın doğudaki son temsilcisi olan Saint-Jean Haçlı Devleti yıkılarak, Batı Anadolu korsanlığı bertaraf edildi. İstanbul-Suriye-Mısır deniz ticâreti ve Hac yolu emniyete alındı. Korfu Seferi: Venedik Cumhûriyetinin Papa’nın da teşvikiyle Osmanlı Devletine riyâkârca davranması ve Hıristiyan ittifâka dâhil olması üzerine harekete geçildi. Kaptan-ı Deryâ Barbaros Hayreddîn Paşanın emrindeki Osmanlı donanmasındaki kara ordusuna da, İkinci Vezir Lütfi Paşa kumanda ediyordu.

7 Mayıs 1537’de İstanbul’dan yola çıkan Kânûnî Sultan Süleyman Hanın bu seferinde hedef Adriyatik ve İtalya’dır. 13 Temmuzda Avlonya’ya gelen pâdişâh; Adriyatik’teki askerlere yardım edip, Venediklilerin tahriki ile Delvine ile havâlisinde çıkan isyânları bastırttı. Osmanlı donanması İtalya sâhillerini abluka altına aldı. Haçlıların büyük amirali ve Akdeniz kıyısındaki Müslüman ahâli ile denizcileri tâciz eden Andrea Doria bütün aramalara rağmen Osmanlı kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddîn Paşanın karşısına çıkamadı. Korfu Adasını fethettiren ve kalesini kuşattıran Sultan, Avlonya’da bulunuyordu. Kânûnî, mevsim şartları ve dört Osmanlı askerinin top güllesiyle şehîd olması üzerine, 6 Eylül 1537’de kuşatmayı kaldırttı. 15 Eylülde İstanbul’a hareket eden pâdişah, kara ve deniz harekâtının devâmını emretti. Kaptan-ı derya Barbaros Hayreddîn Paşa, Venediklilere âit Şira, Patmos, Naksos adalarını fethetti. Kânûnî Devrinde Osmanlı Fütûhâtı Devamlı fetihler netîcesinde devletin hudutları genişledi. Batıda Almanya içlerine kadar akın yapan akıncı beyleri, doğuda Hazar Denizine ulaşarak, Türkiye-Orta Asya birleşmesi siyâseti yanında, bütün Arabistan, Ortadoğu dâhil, Hind Okyanusundan Umman Denizi, Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Kuzey Afrika’dan Atlas Okyanusuna dayanıldı. Akdeniz fütuhâtı netîcesinde Atlas Okyanusunda herbiri birer deniz kurdu olan, Osmanlı leventleri ve reisleri dolaşmaktaydı. Afrika sâhilleri ile Batı Akdeniz’de Oruç ve Hayreddîn, Hızır Reisler, Akdeniz’de Turgut Reis, Piyâle Paşa, Sinan Paşa, Sâlih Reis, Hind Okyanusunda Hadım Süleyman Paşa, Selman Reis, Süveyş’te Seydi Ali Reis, Murad Reis Osmanlı sancağını dalgalandırıp, fetihler yapıyorlardı. Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddîn Paşa Preveze’de, Turgut Reis Cerbe’de Haçlı donanmalarını bozguna uğratarak Türk-İslâm târihinin en muhteşem zaferlerini kazandılar. Diğer Devlet ve Beyliklerle Münâsebet “Türk Asrı” denilen 16. yüzyılda Osmanlı Devletinin sultanı Süleymân Hanın dünyânın bütün kralları ve beylerine karşı yüksek otoritesi vardı. Mukaddes Roma-Cermen İmparatorluğu, Portekiz, İspanya, Fransa, Milano, Napoli, Papalık, Venedik, Ceneviz, Macaristan, Avusturya, Lehistan, Rus Knezleri, Safevî, Gürganiyye, Özbek; devlet, krallık, dükalık ve sultanlığı ile münâsebetlerde bulunuldu. Kırım Hanlığı, Mekke-i mükerreme Emirliği, Eflâk, Boğdan, Erdel voyvodalıkları, Ragusa cumhûriyetleri Osmanlı Devletine tâbi ve imtiyazlı hükümetlerdir. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken’in ülkesinde esâret hayâtında yaşayan Fransa Kralı I. Fransuva kurtarılarak, dünyâ ticâret ve hâkimiyet siyâseti gereğince imtiyaz verildi. Mukaddes Roma-Cermen İmparatorluğu, Avusturya, Lehistan, Safevî devletleri ile sulh antlaşmaları imzâlandı. Gürganiyye, Özbek devletleri ile dostluk tesis edildi.

İç Hâdiseler Kânûnî Sultan Süleymân Hanın tahta geçtiği esnâda, 1520’de Canberdi Gazâlî İsyânı çıktı. Bu hareket bastırılarak, âsiler cezâlandırıldı. 1526 Mohaç Seferinde fırsattan istifâde eden Celâli âsileri türemişse de, hâdiselerin önüne geçildi. İran’dan gelen Şiî Molla Kâbiz, İstanbul’da fısk ve fücûr ile Müslümanlar arasına fesat tohumları ektiği, yüce Peygamberimiz hazret-i Muhammed’e Eshâb-ı kirâm ile âlimlere iftirâ ettiği pâdişâha bildirilince, dîvâne çağrılıp, iftirâlarının doğruluğunu ispat etmesi istendi. Sultan Süleymân Han huzûrunda da aynı iftirâları tekrarladı; Müftî Kemâl Paşazâde ve İstanbul Kâdısı Sâdi Çelebi’nin iknâ edici telkinleri karşısında cevap veremediği hâlde, bâtıl îtikâdından dönmediği gibi bölücülük de yapınca îdâm edildi. 1553’te Şehzâde Mustafa, 1559-1562’de Şehzâde Bâyezîd hâdiseleri, Osmanlı Devleti aleyhinde plânlı şekilde kullanılmak istenmişse de büyümelerine fırsat verilmemiştir.

Sultan Süleyman Hanın Kânunnâmesi Sultan Süleyman Hanın asıl adından daha fazla bilinip, şöhretli olan “Kânûnî” ünvânı, önceki Osmanlı Kânunnâmeleri’ni ve devri îcâbı lüzumlu hükümleri, İslâm Hukûku esaslarında toplattırıp, tanzim ettirmesinden gelir. Kânunnâme-i Âl-i Osman’ın hazırlanmasında Sultan Süleymân Hana devrin büyük âlimlerinden olan Ahmed İbn-i Kemâl Paşazâde ve Ebüssü’ûd Efendiler yardımcı oldular. Kânunnâme; hukûkî, idârî, malî, askerî ve diğer lüzumlu mevzuları içine alan başlıklar altında cezâ, vergi ve ahâli ile askerlerin kânunlarını ihtivâ ediyordu. Yüzyıllarca tatbik edilen Kânunnâme’de tımâr ve zeâmet sâhipleri ile ahâlinin hukûkî ve mâlî durumlarını tespit eden, toprakları, öşri, haracî ve mîrî olarak birbirinden ayıran hükümlerin tatbik şekilleri açıklanmıştır. Devleti idâre etme, hilâfet müessesesinin gerekleri ve sosyal adâlet hususları tatbik edildi. Sultan Süleyman Han, Atlas Okyanusundan Umman Denizine; Macaristan, Kırım ve Kazan’dan Habeşistan’a kadar geniş yerleri Allahü teâlânın kelâmı Kur’ân-ı kerîm’in emirleri ile adâletle idâre etmeye muvaffak oldu. Kânunnâme’yi hazırlarken ve tatbik ederken, İslâm âlimlerine danışmadan bir iş ve kânun yapmadı.

Şahsiyeti Zigetvar’da on üçüncü seferi esnâsında 6-7 Eylül gecesi 1566 târihinde vefât eden Kânûnî Sultan Süleyman Han, iyi bir komutan, teşkilâtçı devlet adamı, halîfe ve ediptir. Vakur, azim ve irâde sâhibiydi. Adam seçmesini ve yetiştirmesini gâyet iyi bildiğinden, devlet kadrosunda kıymetli şahsiyetleri vazîfelendirdi. Müsâmaha sahibi olmasına rağmen, din ve devlet aleyhine hareketleri affetmezdi. İleri görüşlü olup, anlayışı kuvvetliydi. Milletin ve askerin psikolojisini iyi bildiğinden çok sevilirdi. Hayâtı seferden sefere koşmakla ve muhârebe meydanlarında geçen Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde Osmanlı Devleti çok zenginleşti. Kırk altı yıl süren saltanatı müddetince İslâmiyeti yaymaktan başka birşey düşünmedi. Bu düşüncesini halazâdesi, Gâzi Bâli Beye yazdığı mektup çok güzel ifâde etmektedir. Kânûnî Sultan Süleyman’ın gençlik çağında, 1526 senesinde kazanmış olduğu Mohaç Meydan Muhârebesinde, Macar ordusunu arkadan çevirerek onu tamâmen mahv eden Semendire Sancak BeyiGâzi Bâli Bey, Mohaç Harbinden yıllar sonra, kendinde mevcud olan ve sancak beylerinin alâmeti bulunan iki tuğ’un üçe çıkarılmasını ricâ ederek, pâdişâhtan bir tuğ daha istemişti. Terfi ve terakkinin muayyen yaş, kıdem ve hizmet mukâbilinde olduğunu bilen Kânûnî, Gâzi Bâli Beye şu cevâbı vermiştir:

Yâdigarım ve Muhterem Lalam Gâzi Bâli Bey! Berhudar olasın, yüzün ak olsun. Bizden bir tuğ dahî arzu eylemişsin. Henüz bir tuğ zamânı değildir. Sana hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellemin fetih tuğunu verdik. Bu ihsân üzerine iyilik olmaz. Bunun şükrünü bilip, yerine getiresin. Bilesin ki bey olmak iki kefeli terâzidir. Bir kefesi Cennet ve bir kefesi Cehennem’dir. Bir an adâletle hükmetmek, yetmiş yıllık ibâdetten efdaldir. Âhireti hatırdan çıkarmayasın. Serasker olduğun yerlerde ve hükmünün geçtiği mahallerde, zulüm ve düşmanlık etmekten şiddetle sakınasın. Âhirette bize hitâb olunursa, senin yakana yapışırım. “Ol vilâyetleri kılıcımla fetheyledim.” demiyesin. Memleket, Allahü teâlâ hazretlerinindir. Sakınıp, nefsine gurur getirmeyesin. Fetholunan kalenin mal ve erzâkını hep Beytülmâl için almışsın. Buna rızâ-yi hümâyunum yoktur. Beşte birini alıp, geri kalanını İslâm askerine dağıtasın. İslâm askerinin ihtiyarlarını baba, orta yaşlılarını kardeş ve gençlerini oğul bilesin. Babalara hürmet edesin, oğullara şefkat gösteresin. İslâm askerine hiçbir veçhile zorluk çektirmeyesin. Nîmeti bol veresin. Eğer hazînen tükenirse buraya bildiresin ki, sana bir iki bin kese göndermekten aczim yoktur. Halkın fakirlerini, büyük vazîfelerle rencide ettirmekten şiddetle kaçınasın ki, bizim halkımızı rahat görüp, küffar halkı imrensinler. Meyl ve muhabbetleri bizim tarafa olsun. Bir kimseyi hizmetinde kullandığın zaman da, sakın evvelki hâline îtimat etmeyesin. Çok kimseler vardır, elinde fırsat olmadığı zamanda zâhidlik ve iyilik yüzü gösterip, eline fırsat geçtiği zaman Firavun ve Nemrud olur. Ol kimseleri tecrübe edip göresin. Eğer evvelki hâli son hâline uygunsa hizmetinde kullanasın. İmdi, ey Gâzi Bâli Bey! Sana dahî nasîhatım odur ki; atın yürüğünü, kılıcın keskinini ve beyin bahâdırını saklayasın. Allahü teâlâ hazretleri yolunu açık ve kılıcını keskin eyleye ve seni küffâr-ı hâksâr üzerine mansur ve muzaffer eyleye...”

Fransa Kralı I. Fransuva, 1525 Pavye Muhârebesinde Almanlara esir düşünce, annesi Düşes Dangolem vâsıtasıyla Osmanlılardan yardım istedi. Bunun üzerine Kânûnî’nin krala gönderdiği mektup onun Avrupa devletlerine bakış açısını çok güzel ifâde etmektedir. Ocak 1526 târihli mektup şöyledir:

“Sen ki Françe vilâyetinin kralı olan Françesko’sun. Hükümdârların sığındığı kapımın eşiğine uzattığın tezkereden mâlûmum oldu ki, memleketinin toprakları düşman tarafından zaptolunup, sen dahî şu anda onlar elinde esir bulunmaktasın ve kurtulmaklığın için bizden yardım dilemektesin. Bütün dünyânın sığındığı, pâdişahlığıma yakışan ayağımın toprağına mârûzatın ulaşmakla her türlü hâlini öğrenip, olan bitenden haberdâr oldum. Yüce seleflerimiz, Allah onların kabirlerini nur içinde tutsun, düşmanlarını kahretmek ve sayısız fetihlere ermek maksadiyle her vakit cihâd için kılıç çekmek fırsatını kaçırmayıp, ben dahi onların açtığı çığırda harekete geçip, her günüm zorlu kaleler ve girilmesinde engeller bulunan şehirler fethetmiş bulunmaktayım. O sebepten gece ve gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır”.

Kânûnî Sultan Süleymân Han tâkib ettiği cihanşümûl siyâsetle, Almanya içinde de aslı değiştirilmiş olan Hıristiyanlıktan yeni bir mezhep kuran Martin Luther taraftarları olan Protestanları desteklemiştir. Avrupalılar Kânûnî’yi “Muhteşem Süleymân”, Müslümanlar da “Şanlı Süleymân” lakaplarıyla yâd ettiler. Edip olduğundan “Muhibbî” mahlasıyla şiirlerinin toplandığı Dîvân’ı vardır. Sultan Süleyman Han devrinde, Osmanlı Devletinin kara, deniz ordusu dünyâda birinciydi. Kültür ve sanat faaliyetleri doruk noktasındaydı. İlk Osmanlı tezkireleri bu sultâna sunuldu. İlim, kültür ve sanat müesseselerinde Kânûnî’nin himâyesinde, kıymetli şahsiyetler yetişip, herbiri eşsiz eserler verdiler. Devrinde yetişen tefsir, hadis, fıkıh ve diğer İslâmî ilimlerde; Ahmed İbni Kemâl Paşazâde, Ebüssü’ûd Efendi, Zenbilli Ali Cemâli Efendi, Taşköprülüzâde, Kınalızâde Ali Efendi, Celâlzâde Mustafa Bey, Halebî İbrâhim Efendi, Coğrafya’da Pîrî Reis ve Seydi Ali Reis ile minyatürde ve târih yazıcılığında Matrakçı Nasuh, hattatlıkta Şeyh Hamdullah’ın oğulları ve talebeleri meşhurdu. Mustafa Dede, Şükrullah, Ahmed Karahisârî, Abdullah Çelebi, Kırımî Abdullah, Küssem, Hasan Çelebi, Nakkaşlıkta Şahkulu, tezhipte Kara Mehmed, Kıncı Mahmûd, Mısırlı Hasan ve Üstad İbrâhim, Galatalı Mehmed, Üstad Osman, Ali ve Hasan Kefeli gibi ustalar yetişti. Ciltçilik, alçı, çini, ayna, hakkaklık, dokuma ve halı sanatları çok ileri seviyedeydi. Bu devirde yetişen Mîmar Koca Sinan, Türk-İslâm sanatının birer şâheseri olan eserler yaptı. Pekçok hayrat ve iyilikleri olan Kânûnî Sultan Süleymân Han, çok eser yaptırdı. Süleymâniye Câmii ve külliyesi, Sultan Selim, Şehzâdebaşı, Cihangir câmilerini; İstanbul’da, Rodos’ta kendi adıyla anılan bir câmi; yine Anadolu, Rumeli ve Adalar’da muhteşem câmiler; medreseler, hastahâneler, yollar ve köprüler Büyük Sultan’dan günümüze kalan yâdigârlardır.

 

SELİM HAN II

Osmanlı pâdişâhlarının on birincisi ve İslâm halîfelerinin yetmiş altıncısı. Kânûnî Sultan Süleyman Hanın oğlu olup, 28 Mayıs 1524 senesinde Hürrem Haseki Sultandan doğdu. Şehzâdeliğinde mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Devlet idâresi ve teşkilâtını iyice öğrenmesi için Anadolu’nun çeşitli vilâyetlerinde sancak beyliği yaptı. Vâlilik yıllarında tahsile devâm edip, bilgi ve kültürünü arttırdı. Çok kuvvetli bir kültür seviyesine sâhip oldu. İlim ve sohbet meclislerinde çok bulunurdu. Sultan Süleyman Han (1520-1566), Macaristan seferine çıkıp, Zigetvar Kalesinin fethi öncesinde vefât edince, Pâdişâhın ölümünü gizli tutan Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa, veliaht Selim’e haber göndererek saltanata dâvet etti. Bu sırada Kütahya Sancakbeyliğinde bulunan Selim Han, sür’atle İstanbul’a gelerek 30 Eylül 1566 târihinde tahta çıktı. Sultan Selim Han, Osmanlı pâdişâhı olmasıyla devlet idâresine ve orduya ehil devlet adamları ve kumandanlar tâyin edip, eskilerden bir kısmını da yerinde bıraktı. Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşayı vazîfesinde bırakması devlet idâresi ve îmâr faâliyetlerinin devâmında isâbetli oldu. 22 Haziran 1567’de Edirne’ye geçen Selim Han, burada çeşitli devletlerin elçilerini kabul etti. Bu elçilerden özellikle zamânın kudretli devletleri sayılan ve çok değerli hediyelerle gelen Avusturya ve Almanya elçileri dikkat çekiyordu. Çünkü Osmanlı Devleti, Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde, devamlı bu iki devletle mücâdele hâlinde bulunmuş ve her iki devlet de Osmanlı Devletinin askerî kuvvet ve kudreti karşısında kaybolup ezilmişti. Şimdiyse yeni bir hükümdar tahta geçiyordu. İki devletin en büyük endişesi ve merâkı, yeni hükümdârın güdeceği siyâsetti. Dedesi Yavuz Selim Han gibi bir doğu siyâseti tâkip ederek İran üzerine mi, yoksa babası gibi Avrupa yakasına mı yüklenecekti? Her iki devlet de, en azından yeni Sultanın siyâseti belli oluncaya kadar Türk ordularını kendi ülkelerinden uzaklaştırmak için, Osmanlı Devletiyle derhâl bir sulh akdine büyük ehemmiyet vermekteydi. Selim Han, uzun görüşmelerden sonra, Avusturya ile sekiz yıllığına antlaşma imzâladı (17 Şubat 1567).

Buna göre, Kânûnî’nin Zigetvar Seferinde fethettiği yerler Osmanlı Devletinde kalacak, Avusturya İmparatoru her sene Osmanlı Devletine 30.000 Macar altını vergi verecekti. Ayrıca iki devlet de birbirlerinin haklarına riâyet edecekler ve sınır boylarına saldırılarda bulunmayacaklardı. Bu arada iki devlet arasında çıkması muhtemel hudut anlaşmazlıkları, Osmanlı Devletinin Budin, Avusturya’nın da Macaristan vâlisi arasında görüşülüp hâlledilecekti. Avusturya ile antlaşma imzâlayan Selim Han, birkaç gün sonra da İran elçisi Şahkulu Hanın, Kânûnî SultanSüleyman Han devrinde imzâlanan Amasya Sulhünün yenilenmesi ricâlarını kabul etti. Bu sırada Yemen’de Zeydî İmâmı Topal Mutahhar’ın ayaklanması ortaya çıktı. Kısa zamanda bu ülkenin hemen tamâmı isyâncıların eline geçti. Topal Mutahhar sâhile kadar inip Muhâ’yı aldı. Osmanlı kuvvetleri Zebîd’de zorlukla tutundular. İmâm Mutahhar, Zebîd’i de sıkıştırmaya başlayınca, Osmanlı birlikleri çok kötü bir vaziyete düştüler. Bu durum üzerine Yemen’e önce Özdemiroğlu Osman Paşa ve ordudan Koca Sinân Paşayı serdâr olarak gönderen Selim Han, Yemen’in yeniden devlete bağlılığını sağladı. Yemen meselesi çıktığı yıllarda, Büyük Okyanus ile Hind Okyanusu arasında bulunan Sumatra adası, Malaka Yarımadası ve bir takım küçük adalara hâkim olan Müslüman Açe Sultanlığından bir elçi gelmişti. Uzun yıllardan beri Hind Denizinde faaliyette bulunan Portekizliler çok zengin tabiî kaynaklara sâhip olan bu adalara göz dikmişler ve Açe Müslüman Sultanlığının istiklâlini tehdit etmeye başlamışlardı. Açe Sultanı Alâeddîn Şâh, devrin cihân devleti ve bütün Müslümanların hâmisi durumunda olan Osmanlı Devletinden top, topçu, silâh ve askerî mütehassıslar ve bilhassa istihkâm mühendisleri istiyordu. Fakat bu sırada Yemen İsyânı çıktığından yardım geciktirilmişti. Selim Han, 1569’da bu uzak sefer için Kızıldeniz Kaptanı Kurdoğlu Hayreddîn Hızır Reis’i memur etti. Bu değerli amirâl, Zeydîlerin eline geçenAden’i kurtardıktan sonra, 22 gemilik bir filoyla hareket etti. Berâberinde muhtelif usta, birçok top, asker, silâh, mühimmat ve yüzlerce gönüllü levend ve topçuyu Açe Sultânına teslim etti. Gelen Türkler buraya yerleştiler. Bunların kurduğu donanma ile Açeliler mühim fütuhatta bulundular. Açeliler, Türk toplarını ve bayraklarını zamânımıza kadar kutsal bir hâtıra olarak sakladılar. Bu sûretle Osmanlı Devletinin tesir alanıUzakdoğu’ya, Güneydoğu Asya ve Endonezya’ya dayandı.

1569’da Rusya’nın Hazar kıyılarındaki ilerlemelerinin önünü almak, Astırhan’ı kurtarmak ayrıca İran üzerine yapılacak seferlerde Hazar Denizi vâsıtasıyla askere kısa zamanda zahîre ve harp malzemesi yetiştirebilmeyi sağlamak gâyesiyle Volga Nehri ile Don Nehirlerinin birbirlerine çok yaklaştıkları bir noktada kanal açma teşebbüsüne girişildi. Ancak kış mevsiminin gelmesi üzerine çalışmalar tamamlanamadı. Ertesi yıl da İran ile Rusya’nın Kırım Hânını kandırmaları yüzünden, tekrar işbaşı yapılamadığından bu büyük teşebbüs gerçekleştirilemedi. 1569 Haziran ayında İskenderiye yakınlarında Nil teknelerinin yolunu kesen Venedik korsanlarının Müslümanları esir alıp Kıbrıs’ta satmaları olayına çok hiddetlenen Selim Han, derhâl Venedik’e bir elçi göndererek Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine terkini istedi. Bu isteğin Venedik tarafından reddi üzerine sefer hazırlıklarına başlandı. Aslında Kıbrıs’ın Osmanlı Devletince fethini mecbûrî kılan birçok sebep vardı. Osmanlı Devletini, hâkimiyeti altındaki Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine ulaştıran kara yollarının, uzun, yorucu ve yetersiz olmasına karşılık, Kıbrıs üzerinden bu ülkelere her türlü lojistik destekler daha çabuk, rahat ve ekonomik olarak ulaştırılabilirdi. Ancak Kıbrıs’ın, büyük deniz gücüne sâhip Venedik Cumhûriyetinin elinde bulunması bu imkânı ortadan kaldırmaktaydı. Ayrıca Kıbrıs veya yakınlarından geçen Osmanlı ticâret ve hacıları taşıyan yolcu gemileri, Akdeniz’de Hıristiyan korsanları tarafından vurularak soyuluyor, Venedik de bu korsanları himâye ediyordu. İkinci Selim Han, hazırlıkları bitirdikten sonra, Kıbrıs serdârlığına Lala Mustafa Paşayı tâyin etti ve 15 Mayıs 1570’te donanma İstanbul’dan ayrıldı. Lala Mustafa Paşa, bütün Avrupa devletlerinin Venedik’e yardım etmelerine rağmen, şiddetli çarpışmalar sonunda 8 Eylül 1570’te Lefkoşe’yi 1 Ağustos 1571’de de Magosa’yı alarak Kıbrıs’ın fethini tamamladı. Osmanlı askerinin Kıbrıs’a çıkması sırasında Venedik bütün Avrupa devletlerinden yardım istedi. Bunun üzerine Papa V. Piyer’in yoğun faaliyetleri netîcesinde İspanya Kralı II. Filip ve Malta Şövalyeleriyle Venedik arasında bir ittifak kuruldu. Bu ittifaka, Toskana, Ceneviz, Savoia ve Ferrara gibi küçük Hıristiyan devletçikleri de katıldı. İspanyol KralıFilip’in kardeşi Don Juan’ın komutasındaki 206 gemiden meydana gelen Haçlı donanması, 6 Ekim 1571’de İnebahtı önlerinde görüldü. Osmanlı harp meclisinde Kılıç Ali Paşanın şiddetli muhâlefetine rağmen, Kapdân-ı deryâ Müezzinzâde Ali Paşa, donanmada cenkçi ve kürekçi noksanlığını göz önünde bulundurmadan, düşmana saldırılması yönünde karar aldı. 7 Ekim’de başlayan muhârebe sonunda, Osmanlı donanması büyük bir yenilgiye uğradı. Sâdece sağ kanadı komuta eden Kılıç Ali Paşa, Düşmanın sol kanadındaki Malta donanmasını yok edip kayıp vermeden bölgeden çekildi. Bu başarı Hıristiyanlara hiçbir kâr getirmedi. Hıristiyanlar kazandıkları bu zaferin şerefine heykeller dikmekle meşgûlken, bizzat Selim Hanın emriyle hummalı bir çalışma içine giren Osmanlı tersâneleri, 1571-72 kışı içinde İnebahtı’da kaybettiğinden daha büyük bir donanma vücûda getirdi. Müezzinzâde’nin eliyle kaptan-ı deryâlığa getirilen Kılıç Ali Paşa, 13 Haziran 1572’de büyük bir donanmayla İstanbul’dan ayrıldı. İnebahtı’da gâlip gelmelerine rağmen, donanmaları çok yıpranmış ve bir hayli de asker kaybetmiş olan müttefikler, kendilerini toparlayıp galibiyetin meyvelerini toplamak niyetindeyken bu müthiş Osmanlı donanmasının Akdeniz’de görünmesi, büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. Müttefik donanması, Osmanlı donanmasının karşısına çıkmaya cesâret edemedi. İttifaktan ayrılan Venedik, Fransa aracılığıyla barış istedi. 7 Mart 1573’te imzâladığı antlaşma ile Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine âit olduğunu kabul etti. Kânûnî devrinden beri vermekte olduğu yıllık 500 duka haraç, 1500 dukaya çıkarıldı. Ayrıca Kıbrıs Seferinin tazminâtı olarak üç senede ödenmek üzere üç yüz bin duka altını vermeyi taahhüt etti.

Kıbrıs’ın fethinden sonra Kırım Hanına bir miktar asker ve top gönderen Selim Han, 1569’da Astırahan Seferi başarısızlığını telâfi etmek ve daha fazla genişlememeleri için gözdağı vermek üzere Rusya içlerine bir sefer düzenlenmesini emretti. Nitekim 1571 baharında harekete geçen Devlet Giray Han, 120.000 kişilik süvârîden meydana gelen ordusu ileRusya üzerine yürüdü. Çok sür’atli hareket eden Devlet Giray, yaptığı muhârebelerde Rus ordularını on binlerce zâyiât verdirerek dağıttı ve Moskova’ya girdi. 150.000 esirle Kırım’a dönen Devlet Giray Han, bu zaferi üzerine Taht-alan lakabıyla anıldı. Ertesi yıl tekrar sefere çıkan Devlet Giray Han, Oka Nehrine kadar uzandı. Bu başarıları üzerine İkinci Selim Han, murassâ kılıcı, hil’at ve nâme-i hümâyûn göndererek Devlet Giray’ı tebrik etti. Çar, Osmanlı Devletine bağlı Kırım Hanlığıyla, yılda 60.000 altın vergi vermeyi kabûl ederek barış yaptı. 1574 yılında Boğdan Voyvodası Loan celCumplit isyân ederek, Lehistan’ın da yardımıyla Tuna’nın batı kıyısındaki İbrâil, Dinyester’in güney kıyısındaki Bender ve Dinyester boyundaki Akkerman gibi mühim kaleleri ele geçirdi. Üzerine gönderilen ve küçük Türk birlikleriyle desteklenmiş olan Eflak Voyvodasını yendi. Bunun üzerine Selim Han, Üçüncü Vezir Ahmed Paşa ve Kırım Hanı Âdil Giray’ı isyânı bastırmakla görevlendirdi. Kısa zamanda bölgeye giden Ahmed Paşa ve Âdil Giray Han, Tuna’nın güneyinde üç gün süren kanlı muhârebeler sonunda, âsîleri ve onlara yardım eden Lehistan kuvvetlerini imhâ ettiler (9 Haziran 1574). Âsi Voyvoda da yakalanarak cezâlandırıldı ve yerine Petru Şiopul tâyin edildi. İkinci Selim Hanın ilgilendiği işlerden biri de Tunus meselesi’ydi. İspanya’nın Tunus’tan bir türlü elini çekmemesi bu devletle harp hâlinin devâm etmesine sebep oluyordu. Osmanlı donanması, Kıbrıs Seferine çıktığı sırada, Cezâyir beylerbeyi olan Uluç (Kılıç) Ali Paşa da Tunus üzerine yürümüş ve 30.000 kişilik kuvvetle karşısına çıkan Hafsî Sultânı Mevlây Hamîd’i yenip, ikinci defâ fethetmişti. Fakat kendi yanında fazla bir kuvvet bulunmadığı gibi, bu arada Kıbrıs Seferine katılma emri de aldığından, Tunus’a Ramazan Beyi bırakarak donanmasıyla birlikte Kıbrıs Seferine katılmıştı. Kaptan-ı deryânın bölgeden uzaklaşmasından sonra, İspanya Kralı Don Juan büyük bir donanmayla Tunus üzerine yürüdü. Direndiği takdirde İspanyolların sivil halka karşı katliâma girişeceklerini anlayan Ramazan Bey, Kayrevân’a çekildi ve bu sûretle Tunus bir kere daha İspanyolların eline geçmiş oldu (Ekim 1573). Don Juan, Tunus hükümdârlığını kendi taraftârı Mevlây Muhammed’e verip bir miktar da asker bırakıp İspanya’ya döndü. Cezâyir ve Trablusgarb Osmanlı Devletinin elinde olduğu hâlde, ikisinin ortasında bulunan ve stratejik ehemmiyeti büyük olan Tunus’un, İspanyol hâkimiyeti altında halka zulüm eden kukla bir hükûmet elinde olması, Akdeniz’de hâkimiyeti elinde bulunduran Türk donanması için tehlikeydi. Bu sebeple İkinci SelimHan, Tunus işinin kökünden hâlledilmesi için emir verdi. Kapdân-ı deryâ Kılıç Ali Paşa, yanında kara ordusu serdârı Koca Sinan Paşa olduğu hâlde Tunus’a hareket etti (15 Mayıs 1574). Navarin üzerinden Sicilya sularına geçen donanma, Messina havâlisini de vurduktan sonra, Tunus üzerine yürüdü. İki yüz ellinin üzerinde harp gemisi ve kırk-elli bin civârında askerden meydana gelen muhteşem Osmanlı donanması, Tunus önlerine gelir gelmez derhâl Halk-ul-Vâd Kalesi yakınına çıkarma yaptı. Koca Sinân Paşa kendisi Halk-ul-Vâd’ı kuşatırken, Trablusgarb Beylerbeyi Mustafa Paşa ile eski Tunus Beylerbeyi Haydar Paşayı Tunus Gölü ile şehir arasında bulunan Bastiyon Kalesini fethe memur etti. Tunus’un yıllardan beri İspanyollar tarafından tahkim edilerek hiçbir sûretle zaptedilemez diye öğündükleri Halk-ul-Vad, Osmanlı ordusuna ancak otuz üç gün mukâvemet etti. 24 Ağustosta kale fethedilip Mevlây Muhammed’le kale komutanı Don Pietro Cerrera esir edilerek İstanbul’a gönderildi. 13 Eylülde Bastion Kalesinin de fethiyle Tunus tamâmen ele geçti. Tunus, aynen Cezâyir ve Trablusgarb gibi bir eyâlet hâline getirildi ve beylerbeyliğine Ramazan Paşa tâyin edildi. Böylece Tunus’ta üç asırdan fazla sürecek olan Osmanlı idâresi başladı. Tunus meselesinin hâlledilmesinden yaklaşık bir ay sonra; Osmanlı Devletiyle Almanya arasında Zigetvar Seferinden sonra 17 Şubat 1568’de yapılan antlaşma, 4 Aralık 1574’te yenilenerek, sekiz sene uzatıldı. Bu antlaşmadan hemen sonra rahatsızlanan İkinci Selim Han, 15 Aralık 1574’te vefât etti.Mîmar Sinân’a Ayasofya Câmii avlusunda yaptırdığı türbeye defnedildi.

İkinci Selim Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, elâ gözlü ve sarışındı. Avcılık ve yay çekmede fevkalâde mahâretli olup, zamânında ondan daha kuvvetli yay çeken yoktu. Babası Kânûnî Sultan Süleymân devrinde birçok savaşa katılmakla berâber, tahta geçtikten sonra sefere çıkmadı. Çünkü devrindeki seferler umûmiyetle büyük deniz seferleri olup bu seferlere de pâdişâhın kumanda etmesi âdet değildi. Tecrübeli ve bilgili bir vezir olan Sokullu Mehmed Paşayı hükûmet işlerinde tamâmen serbest bırakmakla berâber, lüzumlu gördüğü birkaç meselede duruma müdâhale etmiştir. Âlimlere büyük hürmet göstermiş, çok sevdiği büyük âlim Ebüssü’ûd Efendiyi vefâtına kadar meşîhat (şeyhülislâmlık) makâmında tutmuştur. Cülûs bahşişinin ilmiye sınıfına da verilmesi âdetini ilk defâ İkinci Selim Han çıkarmıştır. İkinci Selim, Kânûnî Sultan Süleyman Hanın bütün şehzâdeleri gibi çok iyi tahsil görmüştü. Dîvân sâhibi değerli bir şâirdi. Selim ve Selîmî mahlaslarıyla yazdığı şiirler çok beğenilmektedir. Yahyâ Kemâl’in; “Bir beyti bir de câmi-i mâ’mûru var” diye övdüğü;

Biz bülbül-i muhrık dem-i şekvâ-yı firâkiz
Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden

beyti, bütün Türk şiirinin en güzel beyitlerinden biri sayılmaktadır. İkinci Selim aynı zamanda îmârcı bir pâdişâhtır. Kısa süren saltanat döneminde Türk ve dünyâ sanatının şâheseri sayılan Edirne Selimiye Câmii’ni inşâ ettirmiştir. Tâmire muhtaç olan Ayasofya Câmiini yaptırdığı istinâd duvarlarıyla tahkim ettirerek günümüze kadar gelmesini sağladığı gibi, iki minâre eklemiş, yanına iki de medrese yaptırarak külliye hâline getirmiştir. Bunlardan başka Mekke-i mükerremenin su yollarının tâmiri, Mescid-i Harâm’ın mermer kubbelerle tezyini, Lefkoşe Selimiye Câmii, Azîz Efendi tekkesi, Navarin limanına hâkim bir mevkiye yaptırdığı kule, hayrâtı arasındadır.

 

MURAD HAN III

Osmanlı sultanlarının on ikincisi ve İslâm halîfelerinin yetmiş yedincisi. Babası on birinci Osmanlı sultanı İkinci Selim Han, annesi Nûr Bânû Sultandır. 4 Temmuz 1546’da Manisa’nın Bozdağ Yaylağı’nda doğdu. 1558 târihine kadar Saruhan (Manisa)’da kaldı. Babasının Saruhan Sancakbeyliğinden Karaman Beylerbeyliğine tâyiniyle, Şehzâde Murâd’a da Alaşehir Sancakbeyliği verildi. 1526’da Manisa Sancakbeyliğine tâyin edildi. 22 Aralık 1574 târihinde tahta çıkıncaya kadar bu vazîfede kaldı. Sancağa çıkarılan en son Osmanlı hükümdârıdır. Osmanlı Devletinin zirvede olduğu bir devirde sultan olan Üçüncü Murâd Han, dünyâ siyâsetinde faal bir rol oynadı. Osmanlı hâkimiyeti en geniş sâhasına ulaştırıldı. Akdeniz’de denizci bir kavim olan Venedikliler ve kara Avrupa’sında Avusturya ile antlaşmalar yenilendi. Lehistan (Polonya) ile Osmanlı Devletinin kuzey siyâsetini belirleyen antlaşma, 30 Temmuz 1577’de imzâlandı. Rus Çarlığının yayılma siyâsetine karşı, Lehistan ile Kırım Hanlığının münâsebetleri tanzim edildi. Şiî ideolojisinin temsilcisi İran Safevî Devletinin Osmanlı ülkesindeki yıkıcı ve bölücü faaliyetlerine karşı 1578’den îtibâren her türlü tedbire başvuruldu. Ahâlisi sünnî olan Şirvan ve Dağıstanlıları Safevî taarruzlarına karşı korumak ve hudûdu emniyet altına almak için 5 Nisan 1578’de başlatılan harekât 21 Mart 1590 târihinde imzâlanan İstanbul Antlaşması ile tamamlandı. Antlaşmaya göre;
1. Tebriz şehri ile Âzerbaycan’ın Tebriz mıntıkası, Karabağ, Gence, Kars, Tiflis, Şehrizûr, Nihâvend, Lûristan tarafları Osmanlılara kalacaktı.
2. Şiîler hazret-i Ebû Bekir, Ömer ve Osman (radıyallahü anhüm) ile hazret-i Âişe’ye iftirâ ve küfür etmeyeceklerdi. İran’daki Ehl-i sünnet Müslümanlara kötü muâmele yapılması Şah tarafından yasaklanacaktı.

Üçüncü Murâd Han devrinde on iki yıl süren Şark seferleri sonunda Kafkasya ve Âzerbaycan Osmanlı Devletine bağlandı. Hazar Denizine hâkim olan Osmanlı donanması, Safevîlere karşı Sünnî Özbek Hanlarınca topçu ve yeniçeri askeri yardımı götürdü. Avrupa kıtasında Osmanlı Devletine tâbi Erdel (Transilvanya) Beyi İstefan Batori, 1577’de Lehistan (Polonya) Kralı seçtirildi. Böylece Baltık’taki bu ülke de Osmanlı himâyesine alınarak, yıllık haraca bağlandı. İşgal ve tecâvüzlerden muhâfaza altına alınıp, Rus yayılmasının önüne geçildi. Avusturya ile münâsebetler hudut tecâvüzleri sebebiyle, 1592’de bozuldu. Yıllık otuz bin düka altın haracın gönderilmemesi üzerine, Vezîriâzam koca Sinan Paşa, Avusturya seferi için vazifelendirildi. 1592’de başlayan Avusturya harbi, 1606 yılına kadar devâm etti. Fas’taki Sâdi Şerîfleri, Osmanlı sultanından İspanyollara karşı yardım istediler. Fas Şerîflerine yardım etmek için Cezâyir Beylerbeyi Ramazan Paşa vazîfelendirildi. Osmanlı kuvvetleriyle Fas Şerîfleri İspanyollarla Portekizlileri bölgeden attılar. Fas’tan Hıristiyanların atılması, başta Papalık olmak üzere Güney ve Batı Avrupa devletlerini harekete geçirdi. Osmanlı taraftarı Fas Şerîfi Abdülmelik aleyhine tertiplenen Akdeniz Hıristiyanlığının son Haçlı seferine Papalık, Fransa, Portekiz ve İspanya katıldılar.

4 Ağustos 1578’de Tanca yakınlarındaki Vâdi-yüs-Seyl (el-Kasr-ul-Kebir, Alkazar)de yapılan muhârebede Haçlılar büyük bir hezîmete uğradı. Portekiz Kralı öldürülüp, ordusu imhâ edildi. Fas, Osmanlı hâkimiyetini tanıyarak, Şerîf Ahmed Mansur, emir tâyin edildi. Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde Kuzey Afrika Osmanlı hâkimiyetine girdiği gibi, Orta Afrika ülkesi olan Bornu da Osmanlı sultanına itâatini arz etti. Bu devirde bütün Kuzey Afrika’nın ve Bornu’nun tâbiiyete girmesiyle, Osmanlı Devleti en geniş ve tabiî hudutlarına kavuştu. Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde, ordunun seferde olmasından istifâde eden Dürzîler Lübnan’da, Zeydîler Yemen’de, Hâricîler Trablusgarp’ta, Şah İsmâil Safevî taraftarı âsiler Kığı’da isyân etmişlerse de, hepsi de itaate getirilmişlerdir. Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde Osmanlı ülkesinde pekçok ilim, kültür ve sanat eserleri inşâ edilmiştir. Bu hususta ilk icrâat, Kâbe-i şerîf duvarlarının mermerden yaptırılıp, Harem-i şerîfin su yollarının temizletilmesi oldu. Medîne’de bir medrese, mektep, zâviye ve büyük bir imâret yaptırıldı. Üçüncü Murâd Han bununla da kalmayarak, Harem-i şerîfi tâmir ettirip, kubbelerini kargir yaptırdı. Manisa’da daha şehzâdelik devrinde câmi, medrese, imâret, tabhâneden meydana gelen Murâdiye Külliyesini, İstanbul’da Toptaşı, Tımarhânesini yaptırdı.

İyi bir tahsil gördüğünden ilme meraklı olan, İkinci Murâd; âlimleri çok severdi. Nakşibendî meşâyihinden Hâce AhmedSadık Kâbilî’den feyz alarak kemâle geldi. Tasavvufa âit Fütûhât-ı Sıyâm adlı kitabı yazdı. “Murâdî” mahlasıyla tasavvufa âit kıymetli şiirleri vardır. Dîvânında Türkçe gazellerinin yanında Arapça ve Farsça gazelleri de vardır. Türkçe dîvânını Şemseddîn Sivâsî açıklamıştır. Ayrıca Gelibolulu Âli, hoş görünmek maksadıyla, bâzı gazellerini şerh etmiştir. Ocak 1595’te İstanbul’da vefât eden Sultan Üçüncü Murâd Han, babası İkinci Selim Hanın Ayasofya Câmii yanındaki türbesine defnedildi.

 

MEHMED HAN III

Osmanlı sultanlarının on üçüncüsü, İslâm halifelerinin yetmiş sekizincisi. 1566 târihinde Manisa’da doğdu. Babası Üçüncü Murad Han, annesi Sâfiye Vâlide Sultandır. Şehzâdeliğinde; yüksek din, fen, idarî ve askerî ilimleri, kıymetli âlimlerden öğrenerek yetiştirildi. İlk hocası İbrahim Cafer Efendidir. Haydar Efendi, Pir Mehmed Azmi Efendi, Sultan Selim Medresesi Müderrisi Nasûh Nevâli Efendiden ders aldı. Târihe geçen muhteşem bir merasimle sünnet edildi. 1583’te Manisa sancağı Vâliliğine tâyin edildi. Kumandanlık ve devlet idâresi siyâsetini iyice öğrenmek için Manisa’ya gönderildiğinde yanına müderrisi Nasûh Nevâli Efendi, lalası Sipahi Bey ile Defterdar Baş ruznâmecisi Hasan Beyzâde, Nişancı Lala Mehmed Paşa, Reisülküttâb olarak da Abdurrahman Çelebi ve diğer vazifeliler verildi. 1595’in Ocak ayına kadar Manisa’da vâlilik yaptı. Babası Üçüncü Murâd Hanın vefatından on bir gün sonra 17 Ocak 1595 târihinde Manisa’dan İstanbul’a gelip, sultan îlân edildi. İlk icrââtı, devlet ve saltanatın emniyetini kuvvetlendirip, tâyinlerde bulunmak oldu. Ulemâdan Sadeddin Efendiyi hocalığına, Ferhad Paşayı Sadrâzamlığa, Halil Paşayı da Kaptan-ı deryalığa tâyin etti. 1593’ten beri devam eden Avusturya harpleri esnasında, papa Sekizinci Clément’in teşvik ve propagandalarıyla, ahâlisi Hıristiyan olan Osmanlı Devletine tâbi Erdel, Eflâk ve Boğdan Voyvodalıkları Türklere karşı isyân ettiler. Sadrâzam Ferhâd Paşa, Eflak Seferi için Serdâr-ı ekrem tâyin edildi. 14 Mayıs 1595’te Eflak ve Boğdan’ın imtiyazlı prenslik statüsü kaldırılıp vilâyet hâline getirilerek, vâliler tâyin edildi. Papa’nın çağrısıyla Almanya, Avusturya, Belçika, Bohemya, İtalya, Macaristan’dan toplanan elli bin piyâde ve yirmi bin süvâriden meydana gelen Hıristiyan ordusu, Avusturyalı Prens Mansfeld emrinde yardıma geldiğini haber alan Eflak Voyvodası Mihail, binlerce Müslümanı kılıçtan geçirip, her yeri harâb etti. Prens Mansfeld, 1 Temmuz 1595’te Osmanlı idâresindeki Macaristan’ın Estergon Kalesini kuşattı. Serdâr-ı ekrem Ferhâd Paşanın ve eski Vezir-i âzam Koca Sinan Paşanın taraftarları seferde bozgunculuk yaptılar. Ferhâd Paşa vazifesinden alınarak, Koca Sinan Paşa tekrar Vezir-i âzam ve serdarlığa getirildi. birbiri ardına gelen felaketler ve ölümler sebebiyle düşman karşısında kesin zafere gidilemedi. Sadrazamlardan Ferhâd Paşanın îdâmı, Lala Mehmed ve Koca Sinan Paşaların vefatları ve 27 Ekim 1595 Köprü Faciasıyla Akıncı Ocağının çok zarar görmesi neticesinde, Estergon, Vişegrad, Tegovişte, Yergöğü düşman eline geçti. Hıristiyanlar yerli ahaliye ve esir kumandanlara insanlık dışı fiillerde bulundular. Önemli devlet adamları ile 3500 asker, Voyvoda Mihail tarafından kazığa vuruldu. Eflâk ve Macaristan cephelerinde, Osmanlı şehirlerinin düşman ordularınca yıkılıp, yakılması, ahâlinin kılıçtan geçirilmesine son vermek için Üçüncü Mehmed Han, Vezir-i âzam Dâmâd İbrahim Paşanın da tavsiyesiyle 20 Haziran 1596 târihinde Eğri Seferine çıktı. Üçüncü Mehmed Hanın, ordusunun başında bizzât sefere çıkması askerleri coşturdu. Müslümanları zulümden kurtarmak için cihâd aşkı ve şevkiyle Edirne, Filibe, Niş, Belgrad yolundan Sirem’e gelindi. 26 Ağustos 1596 târihinde Sirem’deki Salankamen Kalesindeki harp meclisinde, isyân hâlindeki Erdel üzerine mi yoksa Avusturya işgalindeki Macaristan topraklarına mı sefer edilmesi müzakeresi yapıldı. Eğri’nin askerî strateji bakımından daha fazla kıymet arz etmesinden, Avusturya Cephesi hedef tâyin edildi. 21 Eylül 1596 târihinde Macaristan topraklarındaki Eğri Ovasına gelen Sultan Mehmed Han, Otağ-ı Hümâyuna yerleşti.

24 Eylül 1596 târihinde başlatılan Eğri Kalesi kuşatmasında, 4 Ekim’de dış kalenin fethinden sonra iç kale de 12 Ekimde vire ile teslim oldu. Eğri’deki Avusturya askeri cezalandırıldı. Şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilerek, 18 Ekim Cumâ günü Türk-İslâm an’anesince Sultan Mehmed Han, Cumâ namazını burada kıldı. Eğri fâtihi Sultan Üçüncü Mehmed Han, 23 Ekim 1596 târihi Harp meclisi kararınca ileri harekâta devam etti. 24 Ekim 1596 târihinde, Haçova’da Alman, Avusturya, Çek, Fransız, İspanya, İtalyan, Leh, Macar, Papalık askerlerinden meydana gelen 300.000 mevcutlu Hıristiyan ordusuyla karşılaşıldı. 100-110.000 mevcutlu Osmanlı ordusu, 25 Ekim günü başlayan Haçova Meydan Muhârebesinde 26 Ekimde düşman ordusunu mağlub etti (Bkz. Haçova Meydan Muhârebesi).

Haçova’da büyük bir zafer kazanılmasının ardından, 22 Aralık 1596 târihinde İstanbul’a dönüldü. İstanbul’da Eğri ve Haçova zaferleri sevinciyle, üç gün üç gece merâsim ve şenlikler yapıldı. Şâir Bâkî dâhil birçok divan şâirleri Sultan’a kasideler, manzum târihler ve zafernâmeler sundular. Avusturya cephesine Satırcı Mehmed Paşa Serdar-ı ekremliğe tâyin edildi. Osmanlı Devletinin Avrupa cephesinde harplerle uğraşmasını fırsat bilen İran Safevî Devleti Anadolu’da, önce propaganda faaliyetlerini başlatıp, isyanlar çıkarttı (Bkz. Celâlîler). Celâlî isyanları denilen bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin ardından, Safevîler, Osmanlı Devleti hududuna saldırdılar. Avusturya ve İran cephelerini hall etmek çârelerini araştıran Üçüncü Mehmed Han, 1603 yılında 21/22 Aralık gecesi vefât etti. Ayasofya Câmii bahçesindeki türbesine defnedildi. Sultan Üçüncü Mehmed Han çok nâzik, halîm selîm, vakûr, kerîm bir şahsiyete sâhipti. Sancakbeyliğinden saltanata gelen son Osmanlı pâdişahıdır. Bütün Osmanlı pâdişahları gibi iyi bir şâir olup şiirlerinde Adlî mahlasını kullanırdı. Beş vakit namazını dâimâ cemâatle kılardı. Devrin kaynakları dindârlığını, hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Dört Halife, Eshâb-ı kirâm ve âlimlere hürmetini yazar. Bunların adı bahsedildiği an hürmeten ayağa kalkardı. İçkiyi sıkı yasak edip, bütün meyhâneleri kapattı

 

AHMED HAN I

Osmanlı padişahlarının on dördüncüsü, İslam halifelerinin yetmiş dokuzuncusu. Sultan üçüncü Mehmed Hanın oğlu olup, 1590’da Manisa’da Handan Sultandan doğdu. Şehzadeliğinde zamanın ileri gelen alimlerinden Aydınlı Mustafa Efendi eğitim ve öğretimi ile vazifelendirildi. Ayrıca Hocazade Ahmed ve Es’ad Efendiden ders alan şehzade Ahmed, babasının vefatı üzerine 1603’te henüz 14 yaşındayken Osmanlı tahtına geçti. Sultan Birinci Ahmed Han tahta geçtiğinde, Osmanlı Devleti doğuda İran, batıda ise Avusturya ile harb halindeydi. Ahmed Han, Avusturya cephesi serdarlığına Sokulluzade Lala Mehmed Paşayı, İran cephesi serdarlığına ise Çağalazade Sinan Paşayı tayin etti. Lala Mehmed Paşa, Peşte ve Vaç kalelerini 1604’te ele geçirdikten sonra, 1605 senesi Ağustos ayında Estergon Kalesini kuşattı. Otuz beş gün süren muhasaradan sonra kale fethedilerek on seneden beri süren Alman işgaline son verildi. Bu zaferden sonra Uyvar, Weszgrim, Polata kaleleri Türklerin eline geçti. Bu sırada Tiryaki Hasan Paşayı serdar vekili olarak bırakıp İstanbul’a dönen Lala Mehmed Paşa vefat etti (1606). Avusturya, savaşı kaybettiğini anladığından, sulh istedi. Budin’de sulh müzakeresi yapıldı ve görüşmeler neticesinde Zitvatoruk muahedesi imzalandı (11 Kasım 1606). Bu anlaşmaya göre, Kanije, Estergon, Eğri kaleleri Osmanlı Devletinde kalacak ve Avusturya bir defaya mahsus olmak üzere 200 bin kara kuruş ödeyecekti. İran cephesine serdar tayin edilen Çağalazade Sinan Paşa ise, kış mevsiminin yaklaşması üzerine Kars’ta kaldı. 1605 Ağustos’unda, Azerbaycan’ı geri almak için Tebriz üzerine yürüdü ise de, Urmiye Meydan Muharebesinde Şah’ın ordusuna mağlub oldu. Üzüntüsünden ölen Çağalazade’nin yerine Ferhat Paşa, serdar tayin edildi. Diğer taraftan Safevi ordusu, Gence (1606) ve Şamahı’yı (1607) alıp Kür Irmağını aştı. Şirvan’ın önemli kısmını ele geçirdi. Şah’ın daha ileri gitmemesi üzerine savaş durgunluk devresine girdi. Sultan Ahmed Han, Avusturya Savaşının sona ermesi ve İran cephesinde olayların durgunluk devresine girmesinden sonra iç meselelerin halli için harekete geçti. Anadolu’da ortalığı birbirine katan Celali eşkiyalarına karşı, sadarete getirdiği Kuyucu Murad Paşa ile Tiryaki Hasan Paşayı vazifelendirdi. Kuyucu Murad Paşa uyguladığı siyaset neticesinde, eşkiyaları birbirine düşürerek teker teker ortadan kaldırmayı başardı. Üç sene süren temizleme faaliyeti neticesinde Canbolatoğlu, Kalenderoğlu, Tavil ile kardeşi Me’mun, Muslu Çavuş ve Yusuf Paşa, ayrıca şekavet yapan kırk sekiz çete kuvvetlerinden tamamı tesirsiz hale getirildi. İsyanlar bastırıldıktan sonra Sultan Ahmed Han, köylünün yerlerine dönmesi ve ticaret sahiplerine kolaylık gösterilmesi için eyaletlere tavsiye yollu fermanlar gönderdi. Ayrıca “Adaletname” adı ile Anadolu’daki bütün fenalıkları, celaliliği doğuran sebepleri ve halkın ızdırabını dile getiren bir ferman çıkardı. Bu sırada Safeviler Osmanlı hudud kalelerine saldırıda bulunuyordu. Bu sebeple Sultan Ahmed Han, 1610’da sadrazam Kuyucu Murad Paşayı İran üzerine serdar tayin etti. Murad Paşa Erzurum’a geldiği sırada Şah, Kanuni devrinde imzalanan Amasya Antlaşması üzerinden barış istedi. Kuyucu Murad Paşa, Şah’ın bulunduğu Tebriz üzerine gitti. Şehrin dışında 5 gün süren savaşta iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamadı. Kışı geçirmek için Diyarbakır’a çekilen Murad Paşa buradayken rahatsızlanarak vefat etti (5.8.1611). Yerine Diyarbakır beylerbeyi vezir Nasuh Paşa getirildi. Nasuh Paşa, İranlılarla Osmanlı Devletine yılda 200 yük ipek vermeleri ve işgal ettikleri topraklardan çıkmaları şartıyla bir antlaşma yaptı (1611).

Sultan birinci Ahmed Han donanmanın güçlenmesine de önem verdi. Yeni kadırgalar yaptırarak donanmanın mevcudunu arttırdı. Kaptan-ı derya Halil Paşa, Akdeniz’in güvenliği için Malta ve Floransa korsanlarıyla başarılı savaşlar yaptı. Sultan Ahmed Han 1617 senesinde rahatsızlanarak daha yirmi sekiz yaşındayken vefat etti. Cenazesinin yıkanması için hocası Aziz Mahmud Hüdai hazretleri davet edildi. Ancak o; “Sultanımı çok severdim. Şimdi dayanamam. İhtiyarlığım sebebiyle beni mazur görün.” buyurdu. Talebelerinden Şaban Dede’yi gönderdi. Cenaze namazından sonra naşı kendi ismi ile anılan Sultan Ahmed Camiinin yanındaki türbeye defnedildi.

Ahmed Han, akıllı, zeki, münevver, hamiyyetli, azimkar bir padişahtı. Çocuk sayılabilecek bir yaşta tahta çıkar çıkmaz devlet işlerini hemen kavrıyarak, takipte çok titizlik gösterdi. Gayet kuvvetli, çok iyi binici ve atıcı, avcı ve silahşördü. Dindarlığı ve insanlara merhameti ile tanınan Sultan Ahmed Han, memleketin imarı için çok çalıştı. Bilhassa Mekke ve Medine’ye pekçok hayırlı hizmetler yaptı. O zamana kadar Mısır’da dokunan Kabe’nin örtülerini İstanbul’da dokuttu. İstanbul’da yaptırdığı hayırlı hizmetlerinin başında bugün yerli ve yabancı herkesin hayran kaldığı kendi ismiyle bilinen Sultan Ahmed Camii gelir. Edebi kültürü çok yüksekti. Birçok Osmanlı padişahı gibi Birinci Ahmed Han da iyi bir şairdi. Şiirlerinde Bahti ve Ahmedi mahlasını kullanırdı. Şu satırlar onun dine bağlılığının ifadesidir:

N’ola tacum gibi başumda götürsem daim
Kademi resmini ol hazret-i Şah-ı resulün
Gül-i gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmeda durma yüzün sür kademine o gülün